DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Kıssadan Hissenize (2. Bölüm)

Kıssadan Hissenize (2. Bölüm)

Lodosa paralel çıkılan basamaklardan seyredilen otoyolun far kamaşmaları arasında dillendirdiği yarım şarkının sonunu asla ama asla getiremezdi. Öyle ya, her akşam, aynı yerindeyken şarkının, inmek zorundaydı varmış olduğu duraktan. Fazla beklentisi olmadığı hayatta hiç mi hiç merak etmezdi şarkının nakaratını. Dilinde şarkı olsun da zaman geçsin kâfi idi.Tıpkı, yaşadığı ya da kendisine yaşaması öngörülmüş şu

Lodosa paralel çıkılan basamaklardan seyredilen otoyolun far kamaşmaları arasında dillendirdiği yarım şarkının sonunu asla ama asla getiremezdi. Öyle ya, her akşam, aynı yerindeyken şarkının, inmek zorundaydı varmış olduğu duraktan. Fazla beklentisi olmadığı hayatta hiç mi hiç merak etmezdi şarkının nakaratını. Dilinde şarkı olsun da zaman geçsin kâfi idi.Tıpkı, yaşadığı ya da kendisine yaşaması öngörülmüş şu hayatı gibiydi. Nakarata varmadan kesilen.Birçoğumuz, nakarata varmadan sonlanan hikâyelerden dem vururuz da şikâyetçi kesiliriz. İlla ki, birisinin, o nakaratı tamamlamasını bekleriz. Elimizden gelen bu kadar değildir ama armudun pişme süresi ile ağzımıza düşme süresi arasındaki zaman dilimini en aza indirme peşindeyizdir. Belki de, o üst geçitten geçinceye kadar yetecek şarkı için nakarat beklentisi gereksiz idi. Belki de, bir köprü mesafesince dahi yerden yüksek korkuları karanlığa sarmışken, kulağın artık duyarsızlaştığı, dilin dönmeye gerek duymadığı, kalbin bir çırpıda atarak uğurladığı melodilere tutunmak, köprü korkuluklarından daha emniyetli hissettiriyordu. Çoğumuzun korkuları da tıpkı buna benziyor işte. Köprüyü geçinceye kadar lazım gelen sığınaklar dışında aslan kesildiğimiz hayatta, maddi ya da manevi tüm gerekçelerden istifade etme süremiz çok kısa, yarıda kalanı terk etme süremiz ise, oldukça anlık. Bilirsiniz ki, Yüce Yaratıcı dahi buna dikkat çekmekte ve; “Başınız sıkışmadıkça beni anmazsınız ve başınız sıkıntıdan kurtulunca terk edersiniz!” cümlesiyle bir yakınmadan ziyade nankörlüğümüzü yüzümüze çarpar adeta lodos etkisiyle.Peki,Gerçekten de öyle mi yaparız?Yani,İhtiyacımız olduğu kadarıyla mı yoksa lazım oldukları kadar mı bir şeyleri yanımızda tutarız?Kullanım sürelerine aldırış etmeksizin, varılacak noktaya ramak kala artık bizimle olmalarına gerek duymamaya mı başlarız?Cevaplar arası yatay geçişler yapmak dahi zaman kaybı gelebilir ve köprünün son basamaklarına yaklaştıkça da bu cevapların hiçbir kıymeti kalmamış olur. Soğuk parmaklıkların kesikler oluşturduğu ellerini cebine sokar sokmaz, dilindeki şarkı bitmiş, sıralı sokak lambaları karanlığı delmiş, iki yana savrulan gölgesinin genişliğine bilerek ve isteyerek özgüven yüklemiş halde sokakları adımlamaya başlamıştı. Gerisinde bıraktığı evlerin pencerelerinden sızan ve hayat varlığını gösterir ışıklara dalarak geçen süre içerisinde dönülen üç sokak köşesi de aynı binanın gözetiminde idi.Sokağın üç köşesine de eşit cephede olan binanın üçüncü katından sızan loş ışığın yansıttığı silueti tanıyabilmek imkânsızdı. Buna karşın, bakışların keskinliği hiç değişmezdi. Dönülebilecek üç köşeye de hâkim, sokaktaki en manzaralı evlerden daha hayat verici, ümit sarıcı, düş katıcı pencereydi. Camındaki buğuda kahve kokuları saklıydı. Bulanıklık, sanki camdakinin aklı, bir kaç el izinin silinmemesine kızan gündelikçi kadın da kendince haklı idi. Öyle ya, her yerin pak olması için verdiği mücadele sonunda, bekli de yaptığı işin tek dışarıdan görünür hali olan pencere camlarındaki izler, işkolik gündelikçi tarafından hiç hoş karşılanmıyordu. Sokağın başından yukarıya bakarken görmek istediği tertemiz bir camda sokağın yansıması iken, puslu siluet görüntüsü, on parmaklı dokunuş izi ile canı epey sıkılıyordu. Aslında o izler, hayatın devam ettiğini, hayallerin süregeldiğini, ümidin tükenmediğini gösteriyordu ama ne o gündelikçi kadın, ne de bir başka sokak ziyaretçisi için hiçbir anlam ifade etmiyordu.Sahi,Düşünün bakalım,Sizin için sıradanlıklar içeren hangi durumlar aslında kocaman hayatları, hayalleri ve ümitleri içinde barındırabiliyor?Sadece hayatı yaşayanlar ile sadece yaşayanlar arasındaki yerinizi bu farkındalıkla bulabilirsiniz.Gündelikçi kadının tüm antipatik hallerine rağmen, odanın kapısını açan parmaklar ile camdaki izleri yaratan parmaklar aynı oluyordu. O parmakların bir yandan tekerlek çevirmesi, bir yandan kapı koluna uzanması ve dahi açmayı başarması karşısında tüm siniri, sıkıntısı geçiyordu. Küçük hanım hâlâ nefes alıyordu ve nefes alındığı sürece de umut vardı. Parmaklara bir dolu laf ederdi belki ama o parmakların pişirdiği kahveyi, aynı cam kenarında yudumlamanın keyfini de çıkarırdı. Gerçi, keyfi çıkaranın hangisi olduğu da tartışılır. İlk bakışta gündelikçi kadın gibi görülüyorsa da, asıl hayatın tadını çıkaran, o hayatı olabildiğince güzel yaşamaya çalışandı. Kahvelerin köpüklerindeki incelik, kendisindeki zarafet ile doğru orantılıyken, cama düşen parmak izlerinin aslında, her akşam sokağın üç köşesini dönenin saçlarını okşamak için bırakıldığını ancak ve ancak zarafet kelimesi açıklayabilirdi. Gündelikçi kadın dahil hiç kimse bunu bilemezdi. Bu ince düşünceye duygulanamazdı.Birçok kızdığımız şeyin aslında gerçek sebebinde bambaşka bir incelik, bambaşka bir zarafet olduğunu öğrendiğimizdeki halimizi, hissettiklerimizi hatırlıyor muyuz?Siz hatırlaya durun, önümüzdeki hafta katılacağımız kahve sohbeti şimdiden ısınmaya başladı bile.Sevgiyle kalın…