DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
A Şubesi

A Şubesi

Çocuktum, Daha 8 ya da 9 kutlama olmuş doğduğum günü, Her yerde sarı-lacivert bayraklar asılmış olmasının ne manaya geldiğini çözme telaşlarım, Her sevginin koşulsuz ve sonsuz paylaşıldığı inancı belki de en sağlama aldığım ve sahip olduğum bilgim. Sağlaması yapılan her sevginin gücü, bir diğerinden farklılaştıkça büyüme emareleri göstermeye başladığım, Belki, biraz da şaşkınlıklarımı posteri diye

Çocuktum,

Daha 8 ya da 9 kutlama olmuş doğduğum günü,

Her yerde sarı-lacivert bayraklar asılmış olmasının ne manaya geldiğini çözme telaşlarım,

Her sevginin koşulsuz ve sonsuz paylaşıldığı inancı belki de en sağlama aldığım ve sahip olduğum bilgim.

Sağlaması yapılan her sevginin gücü, bir diğerinden farklılaştıkça büyüme emareleri göstermeye başladığım,

Belki, biraz da şaşkınlıklarımı posteri diye duvarıma yapıştırdığım ufaklığımın garipseyişleri,

Koşa, koşa düşerdim Babaannemin sokağının yokuşuna,

Gözlerimin aradığı o kucak açışa kaç özlem günü birikirdi,

Kaç sevgi, o kucağa sığınmak kadar iz bırakandı,

Böyle bir mutluluk anını kaç seneyle ölçebilinirdi,

Ölçülemezdi…

 

Kulağımda da ince bir "Oyy…" sesi,

Bu çocuğun Babaannesi…

Anlatılamaz bir bağ ve yakınlık derecesi,

Ne O'nun ömrü ne de sevgiyi yaşamanın şiddeti yetmedi,

Yetinememiş bir sevgiden mahrum kalışıma 3 kısa senecik kala,

O yokuş sonunda açmış deniz kadar kucağını Bahar Hala…

Kapat gözünü ve olanca özleminle sevilme şiarını sarmala.

Koş…

Koş…

Hızla koş…

Küçücük adımlarına nispet, kocaman açılarla koş,

Ne de çabuk geçerdi o yokuş.

 

O yokuşa koşuş için karartmasaydım gözümü, gerçekliğine inandığım şeyler için cesurca mücadele edemezdim şimdiki zamanla başlayan hikâyelerimde.

 

Bol sevgiyle koşup, kulaç boyu boşlukları kucaklamak da, hayat derslerimin geçme notuydu.

 

Zihnimin en kalın harflerle yazdığı notu da; Neriman Halamın büyüttüğü civcivlerin birine "Can" ismini verme coşkusuydu.

Hayvanların her türünden korkan birisi için, ufak civcivin adında sürekli anılır olmanın kısa pantolonlu gururu ve sevinciydi bendeki.

Civcivlerden birine kendi adının kısaltması ile benim adımın kısaltmasını birleştirerek isim olarak vermesi; çocuk dünyamın 23 Nisan’ıydı sanki…

 

Ana okul dönemimimin 23 Nisan’ında, ziyaret edenler arasında yukarıda isimlerini saydıklarım dışında, kardeşsiz dünyamın kardeşliklerinden biri,

İlki,

Adı Feray ki, adeta ikiz misali bağdı bizdeki

Ve aynı tip, aynı renklerde kazaklar giyip o sokakta mahalleye kardeşlik bilinci aşılardık.

Hâla da böyle hissederiz.

Bu hissi sağlayan kazakları bize Bahar Halam örerdi.

Kazak ne kadar kırmızıysa o kadar sıcak,

Ne kadar beyazsa o kadar saf,

Ne kadar siyahsa da o kadar vazgeçilmez bağlar örülmüştü üzerimize.

 

Sahi,

 

Sizin hayatınızdan geçen bunca kıyafetten hangisi ile bir akrabanıza, dostunuza ya da birisine bu denli güçlü bir bağ kurdurabildiniz?

 

Bu hayatta yaşadığınız ve yaşanılacak hiç bir an haybeye değildir.

 

Bağları doğru ördüğümüz takdirde, bir kazak bazen nice mesafeleri aşmamıza vesiledir…

 

Kesişmelerimizi hiçe sayıp da, gözümüzün kestiremediklerine taşkınlarca sevgi saçarken, kazak ipi gibi görünürde ince ama bakın nasıl denizci halatı kadar sağlam hâlbuki.

 

Civciv küçücük diye kaile almayanlar bir düşünün; hangi hayvana verilen isminiz sizi mutlu eder ya da sürekli hatırlanmanızı sağladığı için sizi sevdiklerinizle sürekli gönül iletişiminde tutar?

 

Kurban bayramlarında alında dolaşan kan izinin depresif gururunu sokakta gezdirirken, o danaya giren ortakların en gerçek Aşk’a kenetlenişleri, okuldaki tüm sürede aldığım “Hayat Bilgisi” dersinden daha öğreticiydi.

Çünkü hayatın ta kendisiydi.

Bölüşülen etlerin ağırlığının bu kenetlenmeyi güçlendirme görevinden geldiğini çok sonraları idrak edebildim.

 

Siz bilir misiniz ki bizde, saygıdeğer hitaplar hep en üst makamları doldurur. Son iki kuşak hariç, çocuk ben ve akran güruhumdakiler bu hitapların gerçek isimler olduğuna inanırdık.

Birbirlerine isimleri ile hitap etmenin ayıp kaçtığı bir nesil…

 

Dedeye; "Kağan (Han, Hakan, Kral)" makamının “Karapapak” lehçesindeki karşılığı olan;

"Gağa"

 

Babaanneye, büyük halalara ve teyzelere de "Ece (Kraliçe)" makamının lehçemizdeki karşılığı olan;

"Eci" hitabıyla seslenmek, Lortlar Kamarasında bir Asilzade Aile hissiyatı yaşatıyordu insana.

 

Hitap şekillerinizi aklınızdan geçirin ve kendinize sorun; "Soyadını taşıdığım aile eşrafıma hangi basitlikte ya da ağırlıkta seslenerek bağ kuruyoruz?"

 

"Babaanniş kız…" ya da "Oy teyzoş yaa…"

 

Bu hitaplar kulağa samimi gelebilir ve fakat; "kraliçem" diye gönül tahtımıza oturtmak daha samimi ve saygı değer bağları düğümlerdi bizde.

 

“Biz” dediğim içinde yaşayan çocuktum,

Ecimin sokağında, evinin hemen yanında bulunan bakkal önündeki tahtalardan birleştirilerek yapılan banka benzer oturaklarda ailecek oturup, eskileri dinlemenin hazzıydı tarih ve araştırma hevesimin temeli.

 

O bakkalı Ayten Halam ve Rahmetli Tosun Eniştem ailecek, çoluk çombalak işletirlerdi.

Bağ-Kur üzerinden hayata tutunma çabalarının ticari unvanı,

Benim ise, depozito için gelen şişeler karşılığı aldığım gazlı sarı içeceklerin serin mutluluğu idi o bakkalın anlamı.

 

Çok bir mutluluk sağlamadı maalesef kendilerine.

Bakkaldan ödedikleri primlerle birleştirilen tüm sigorta primleri sayesinde emekli olabildiler ama mutlu olamadılar bir türlü.

 

Rabb’im kimseyi sevdiklerinin acılarıyla sınamasın…

 

Halamın emek vererek gelecek kazanması, benim geleceğimin nasıl şekilleneceğine dair fikir tohumları ekiyordu. Halamın diktiği toplarla oynayamamamın ödülünü yıllar sonra alacağım aklıma gelmezdi.

Eğer istenirse, emeğin gücüyle hayatını kolaylıkla idame ettirebilme ihtimallerimi düşündüğüm işsiz zamanlarımdaki tetikleyici kuvvetim olmuştu.

 

Halam…

Top dikerdi.

Dışı yumuşak kumaş, içi pamuktu.

Tıpkı kendi gibiydi.

Yüzü yumuşak, kalbi pamuk…

Her şeye rağmen, her şeyi ve herkesi idare eder, her olayı olumluya toparlar, Poliyana’nın Türkiye şubesi gibi yaşar da durur.

İçten üzüntüsünü yaşar, dışına kalanların olumsuzluklarını görmemezliğe verip payına mutluluk çıkartmaya çabalar…

 

Ne büyük bir emek değil mi?

 

Günümüzün sabırsız ve geçimsizlerine ithaf olunur.

 

“O kadar da fazla, insanın kendisine de acıması gerekir”

 

Belki de haklısınız,

Bilemiyorum…

 

Düşünsenize dostlar, bakkal önü sohbetlerini kaçımız tarih ya da felsefe kitaplarından okuyabiliriz? Ve kaçımızın her çeşit topu olmuşsa da, elle dikilen pamuklu topun bendeki değeri kadar öğretici olmuştur?

 

“İyi de, bizim burada bakkal yok ki?”

 

İşte, tam da bundan bahsetmeye çalışıyorum.

Çok uzaklaşmaya başladık her şeyden.

Sadece bakkaldan değil, her bağdan.

 

Ecimin sokağında, evinin tam da bitişiğinde, yüksek ve dar basamaklı üç katı tırmandığımda küçücüklüğümün zorlanmasının kazancı idi gözüme kestirdiğim her hayat tırmanışı. Zoru tırmanmak, Zorlanmanın sonunda menzile varmak, hız yerine sabır koşturmak ve sonunda Ayten Halamın o çatı katında, Hala kızı Ayfer Ablamın pişirdiği kurabiyelerin tadına bakan ilk insan olmak…

 

Benim için büyük, insanlık için küçük bir adım sayılsa da, ilk kez denenen ve pişirilen kurabiyenin ne olduğu hakkında pek bir bilgisiz oluşumdan mı kendince fırsat sağlayan kuzenim;

 

“İşte sana kurabiye, istediğin kadar ye.” cümlesi ile hevesimi tavan yaptı.

 

Çok sonralar öğrendim ki, dünyanın hiçbir mutfağında siyah kurabiye pişmezmiş…

 

Doyasıya yediğim siyah kurabiyeleri sanırım midem tanımıştı ve kabul etmemişti. Yıllar boyu da kabul etmeyecekti.

 

Yani neymiş?

 

Öyle, her bulduğunu bilip bilmeden yememeli,

Nefsine hakim olmalı,

“Yanık yiyen para bulur.” Safsatasına servet hayalleri filizlendirmemeliymiş.

 

“Kurabiyeden hayat dersi çıkar mı?” diyenlere cevabım;

Allah’ın her nimeti bizler için bir ders, öğüt, ayet değil midir?

Sadece karın tokluğuna hizmet için mi yaratıldıklarını düşünüyorsunuz?

O zaman düşünün bir kez daha ki, hangi yiyecek bu denli dokunaklı nefis tezhiyesi ve terbiyesi sağladı hayatınızda?

 

Gerçeği öğrendiğimde, yanık kurabiye uzmanı Ayfer Ablamın, bir tabak siyah kurabiyeyi yedirebilme uyanıklığına karşı saflık limitimi gözden geçirmem gerekliliğini düşününce asla kızmadım.

 

Kurabiye kelimesi ile beynimin bu hikayeye bağ kurması, kuzenim ile olan bağımı asla küllendiremedi. Bunun önemini bulmak da size kalmış olsun…

 

Ecimin sokağında, evinin tam da çaprazında, “Coco’nun balası” çağırışıyla girdiğim evin sahipleri olan Altınay Halam ve eşi Bahattin Eniştem…

Birlikte, uyum içinde, emeğin her aşamasında sırt sırta vererek, nefislerini sarsacak şekilde az yiyip, az gezerek ki, bazen nefislerini öldürürcesine “hiç”ler kere sıkıntıyı göğüsleyerek “Hayat Bilgisi” dersimin bilmem kaçıncı ünitesini temsil ediyorlardı.

“Kulağımın şeşelenmesi” ne olaydı ki?

 

Bahattin eniştemin bu ilginç sevgi ifadesi ile, balası (yavrusu, çocuğu) olduğum “Coco” nun bir çizgifilm karakteri olmayışını kavrayışım sayesinde ünitemin tezi hazırlanmıştı. Gönüllerinde özel yere sahip olunan insanların saatlerce sarılmaktan veya söyleyecekleri canımlı cicimli binlerce özel övgüden daha kendini önemsetici hislerle bağlar kuruluyordu.

 

“Hep bağdan, bağlardan bahsediyorsun sürekli”

 

İyi de, bu saydığım tüm insanlar “Bağcılar” ilçesinde yaşıyorlardı.

Deyin ki, tesadüf, deyin ki, zorlama…

Tebessüm ettiren bir gerçek işte.

 

Tamamen size özel terimler, hitaplar, sevgi cümleleri ya da tavırları ile yoğrulan bir ders sürecinde “Sosyal Bilgiler” ünitelerimi başarıyla bitirmenin karne ödülünü kazanmış olduğum tüm olumlu sıfatlar ve zamirlerimde yaşattıkça anlıyorum ne denli önemli olduğunu her zaman dilimimin. Her bir an için ne kadar şükretsem azdır Yüce Yaratıcı’ya.

 

Öyle bir özgüven aşılaması vardı ki, babaannemin o sokağında, Bahattin Eniştemin şevki ve Altınay Halamın da güçlükle alınan onayı ile kızları, kuzenden öte kardeş, Miray’ımızın voleybol ve futbol oynaması, profesyonel olarak sürdüremese de düzenli sporla uğraşarak boyunu bak bak bitmez hale getirmesi, üşengeçlikler deryasındaki benim için en acı beden eğitimi dersi olmuştur hayattan aldığım. Sadece boyunun değil, kolay sosyalleşme ve pratik zekâyı süratli kullanmasıyla da her üşengeçe smacı vurmuştur Miray… Şu anki kariyer pozisyonunda vurduğu smaçlar ve hiç ofsayta düşmeden çaktığı volelerle puan tabelasındaki yeri hep zirve olmuştur.

 

Ben de sporla ilgilenirdim. 90’lı yıllarda atari denen oyun konsolları ve 2000’li yıllarda bilgisayarın yarım odalık yer kapladığı dönemlerde sabahaya sabahlaya oynadığım spor oyunları ile.

 

Meğer, on parmak klavye kullanabilmem için koştururmuşum parmaklarımı. Oysa ben, ekrandaki futbolcuları koşturduğumu sanıyordum. Küçük egolarımın tatmin edilmesi dışında pek işe yaramıyordu attığım goller, bastığım smaçlar, uçtuğum bloklar. Dışarda saklambaç, körebe gibi oyunlardan bıkalı üç-dört sene oldu olmadı, yerinden kalkmadan tüm oyunları bir çırpıda oynayabilme fikrinin cazipliği hayatımın boş dersleriydi adeta.

 

Bilgisayar ile Üniversite başlangıcında tanışan biri için, Altınay Halasının oğlu ve henüz 6-7 yaşlarında olan Eray’ın, evlerinin bitişindeki internet kafenin her durumuyla yakinen ilgilenmesine o kadar şaşırmamalıymışım. İnternet kafeye “İnter” demesi garipsenirdi, gülümsetirdi ama kim bilirdi ki, gerçekten “inter” kelimesinin kişiliğini şekillendiren etmen olduğunu.

 

“Ortak, arasında, birlikte, bağ” kelime karşılıklarını o yaşlarda diline pelesenk eden canım kuzenim, şimdilerde askerlik anılarını toplamaya hazırlanırken, geçen zaman diliminde, birlik içerisinde ortak bağlar arasında anlayış ve saygınlık köprüleri kurmuştur. Bu özelliği ile de hem benim kişiliğimin gelişmesinde örnek rol model olmuş, hem de hayatına kattığı olumlu yönler ile ailemizin göz bebeği haline gelmişti.

 

Atari denilen oyun konsolları ile Ayten Halamın oğlu Soydan ve benim yaptığımız karşılaşmalar, sıra kavgaları, küçük alınganlıklar, eve kapalı oyun sisteminin zararları konusunda sosyal çöküntü uyarılarını vermişti bize.

 

Babaannemin sokağında, oyuncak tüp arabasının arkasında sattığı tüpleri hayali paralarla almak, Feray ile bidonlara doldurduğumuz suları ufak yağmur suyu giderlerine döktükten sonra yokuş aşağı akan suyu geçmek için koşmak, Bakkala gelen yeşil tenteli kırmızı ekmek arabasına efelenmek, Miray’ı bazen okuldan eve getirmek ve daha fazla hatıranın tırnağı dahi edemez o atari oyunları.

 

Bütün hayatı tablet olan ya da tablet eline tutuşturulan çocuklar sayesinde kafalarını dinlediklerini söyleyenlere ithafımdır…

 

Saklambaç oynamak için hangi internet sitesine gireceğini ya da hangi uygulamayı indireceğini soracak nesillere hazırlıklı olalım.

 

 

Sizler hazırlıklarınızı sürdürürken, bu haftaki yazımın sonuç cümlesi için birkaç hafta takipte kalmanız gerekecek. Çok şükür ki, akraba yönünden kalabalık bir sınıfa sahibim. Bu hafta A Şubesi üzerinden hayatı deşifre etmenin gayretindeydik.

 

Kendi özelim saydığınız ve sandığınız ufak hikayeler arasındaki sorularım hakkında zihinlerinize ev ödevi verin.

 

Allah’a emanet olun.