DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Asla Bilemeyeceklerimizin Gerçeklikleri

Asla Bilemeyeceklerimizin Gerçeklikleri

Zamanın ruhu, Evrenin enerjisi, Evrimin teorisi, Hissimizin altıncısı, Gözümüzün feri, Gücümüzün ötesi ve daha sayamadığım metafizik dünyamızı çevreleyen bir dolu garip yönlendirme ölçütleri arasında debelenen insanoğlu… Kaygılar, Korkular, Savunmalar, Sıkılan dişler, Sabredişler, Hakikat diye bildiğimiz tüm eylemlerin hepsine kaynak olabilecek potansiyele sahip uhrevi olgular yumağı… Sorgulamalar, Kurgulamalar, Yargılamalar ve nihayetinde varılan sonuca takılıp kalma paradoksu…

Zamanın ruhu,
Evrenin enerjisi,
Evrimin teorisi,
Hissimizin altıncısı,
Gözümüzün feri,
Gücümüzün ötesi ve daha sayamadığım metafizik dünyamızı çevreleyen bir dolu garip yönlendirme ölçütleri arasında debelenen insanoğlu…

Kaygılar,
Korkular,
Savunmalar,
Sıkılan dişler,
Sabredişler,
Hakikat diye bildiğimiz tüm eylemlerin hepsine kaynak olabilecek potansiyele sahip uhrevi olgular yumağı…

Sorgulamalar,
Kurgulamalar,
Yargılamalar ve nihayetinde varılan sonuca takılıp kalma paradoksu…

Gerçek olan, bildiklerimizin hepsi midir? Yoksa, henüz bilgi olarak karşılaşmadıklarımız arasında mıdır? Hatta, gerçeklik denen şey sadece basit bir kurmacadan ibaret midir?

Bu soru dizisine verebileceği cevapları olan babayiğitler iki adım öne çıksa ne güzel olur değil mi?

Hâl böyle iken,

Gerçek olanların hepsini bilmemiz imkânsızken,

Bize ulaşan ilk görüntü, ilk ses ya da ilk bilgiden bina ettiğimiz mesken içerisinde gül gibi yaşar gideriz. Fakat, ince bir çizgi aklımız ile fikrimizi birbirinden ayırmaya yeter de artar;

“Ya, hiçbir şey gerçek değilse?”

Tümden varamadığımız halde tüme gelimlerin tümünü umudun yanık türküleri ile ardımızda bıraktığımız içindir ki, durup soluklanmaya, sorup aydınlanmaya hiç imkânımız olmuyor.

Doğduğu günü hatırlayan yoktur aramızda.

Hiç zorlamayın…

Size anlatılan hatıraları beyniniz size, sanki yaşamışsınız gibi, bilinçaltınızdan çıkartarak dilinizin ucuna getirir ama sağlıklı bir insan beyninin hatıraları arasında birebir yaşanmışlığa dayalı bu gerçeklik asla anımsanamaz.

Peki,
Ya, size anlatılan hikaye ile doğum hikayeniz aslında örtüşmüyorsa?
Ne kadar eminsiniz birebir hatırlamadığınız hikayelerinize?

“Fazla sorgulama, devreleri yakarsın.”

“Biliyorum” dediğiniz ve aklınıza ilk gelen bebeklik hatıranızı gözünüzün önüne getirin.

Emeklediği günü hatırlayan var mı?
Var mı?
Emin misin dostum?
Peki, üzerinde ne renk zıbın vardı?
Ya…

“O kadarını nereden hatırlayayım?” cevabını veren arkadaşımızı şöyle dışarı hava almaları için alabiliriz.

İşte, ben de bunu anlatmaya çalışıyorum ki, psikolojinin babalarından biri olan Sigmund Freud bile, belli bir yaştan öncesinin hatırlanmasının imkânsız kere imkânsız olduğunu tespit etmiş ve belirtmiştir.

Kısacası dostum;
Gözünde canlanır koskoca mazi ama olay kahramanı o an gerçek midir bilinmez.

Koşulsuz inanmak isteyişimizin kök sebebini uzaklarda değil, nöronlarımızda, yani beyin dalgalarında aramalıyız. Koşulsuz inanmaya bu denli kör, öyle alabildiğince pervasız şekilde hazırlanmışız ki, adeta dünden razılar topluluğuyuz. Sorgusuz sualsiz inanırız ve ispat sadece beş duyu organımızdır.

Bu arada; toplam duyu organı sayımızın beş adet olduğu doğru değil mi?

Değil mi?

Değil…

En az yirmi bir ve en çok otuz altı adet duyu organımız var.

Gerçeğe ne oldu şimdi?
Merak etmeyin, ikindi namazına müteakip asri mezarlığa törenle gömülecek.

Temmuz kelimesinin bir ay ismi olmadığını, Sümerlilerin Tanrısının adı olduğunu bundan bir kaç yazı evvel bahsetmiştim ki, tam da bu çerçevede gereksiz, saçma, içi boş gelmesine, olmasına karşın, koşulsuz kabul ile onun yılın yedinci ayının ismi olduğuna herkesle bahse girebilirdik. Fakat gerçeğe ne oldu?

Kıble kelimesinin kök olarak Tanrıça Kibele, yani; hayata yön veren tanrı olmasının gerçeği hayata bakış açınızda ne gibi değişmelere yol açabilir hiç düşündünüz mü?

Altı veya yedi yaş civarımızdayken başladığımız okul hayatında, adına “müfredat” denilen “öğretilecek şeyler” tümden ve sadece öğretilmek istenen şeyler, yaratılmak istenen kişilik, evirilmeye çalışılan beyin olarak değerlendirilmeli, bu yaklaşımla bakılarak bilgi kabul edilmelidir. Yedi yaşındaki çocuğun bunu akıl etmesi mümkün değildir. Ebeveynlerin, çocuklara saldıran bilgi parçacıkları arasından en doğruyu bulması gerekir. Gerekir ama hangi bilginin gerçekten de gerçeklik taşıdığına kim emin ki?

Dilimizin üzerinde ayrı tatlara ayrılmış ayrı bölgeler olduğunu öğreniriz ve deli divane şekilde savunuruz. Oysa bilim der ki, bu tamamen bir uydurmadır. Dilimiz üzerinde bölgelendirme söz konusu değildir. Dilin ön uç kısmı “tatlı” olarak değerlendirilen tatları algılarmış. Acı biberin gerçekten de acı olup olmadığını dilimizin aynı bölgesi ile test etmemiz ne o zaman?

Bu bölgelere ayırmayı aslında bir bilim adamının, başka bir bilim adamına gönderdiği mektupta kısaca bahsettiğini ama buna ilave olarak da bu bölge usulünün yanlış olduğunu da ispatladığı gerçeğini nereye koyacağız?

Kim araştırdı?
Cevap verelim;
Hiç birimiz…

Neyi duysak, koşulsuz şartsız kabul ediyoruz.
Deney yok,
Sağlama yok,
Tecrübe etme yok…

Aynadaki yansımanız bile ters… Sağ kolunuzu kaldırıyorsunuz, karşınızdaki size benzeyen ise sol kolunu kaldırıyor. Gerçeklik nerede?

Ses dalgaları havada asılı kalırmış…
Dünyanın oluşumundan bu yana milyar yıl geçti ise,
Milyonlarca dalga arasında gezinirken kulaklarımız neden iflas etmez?

Dalga geçiliyor bizlerle…

Körü körüne inanmak ve aklı kullanmamak, doğrulardan ilelebet sapmamıza yol açar.
Doğruların yerini de alabildiğince hurafe, yalan yanlış bilgi ve kör cahil canlılar alırlar…

Siz öldükten iki yüz yıl sonraki torunlarınız sizden bihaber olduğunda sizin gerçekliğinizden kim söz edebilir?

Daha gerisini ya da ilerisini düşünün…

Sadece son düşünme pratiği ile bile gerçek olma olasılığını kesinleştiremeyeceklerimizden kurtulmak mümkündür.

Hafifleme o zaman gerçekleşir.

“Öz” denilene o vakit kavuşulabilir.

Fazla önemsediklerimizin gereksizliğinin farkına o an varabiliriz…

Hadi odamızı toplamakla başlayalım işe…

Sahip olduklarımızın kölesi olmaktan kurtulmakla…

Sonuçta, hiç biri gerçek sizi yansıtmaz…

Gelecek haftaki paylaşıma kadar gerçekçi kalmanız dileğiyle…