DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Güleceksiniz

Güleceksiniz

Saygıdeğer Okurlarım, Geçtiğimiz hafta, benim nazarımda en geçerli ve en önemsediğim olgu olan "huzur" ile ilgili epey bir uzun ve bir o kadar da derin irdelemelerde bulunmuştuk. Peki, son okumanızdan sonra, huzurlu bir ortamın oluşmasındaki payınızı gözden geçirdiniz mi? Ben, kendi adıma, bir kez daha gözden geçirdim. Kendi huzurumun, herkesin huzurlu olmasından geçtiğini bir kez daha kesinleştirmiş oldum.

Saygıdeğer Okurlarım,

Geçtiğimiz hafta, benim nazarımda en geçerli ve en önemsediğim olgu olan "huzur" ile ilgili epey bir uzun ve bir o kadar da derin irdelemelerde bulunmuştuk.

Peki, son okumanızdan sonra, huzurlu bir ortamın oluşmasındaki payınızı gözden geçirdiniz mi?

Ben, kendi adıma, bir kez daha gözden geçirdim. Kendi huzurumun, herkesin huzurlu olmasından geçtiğini bir kez daha kesinleştirmiş oldum. Başkalarının huzursuzlukları üzerinden yaşayacağım huzurun, sıkıntılı süreçler ve gerçekleştirmeye çalıştığım şeyin gerekleri için harcayacağım negatif enerji yoğunluğunu da düşününce; "Yok kardeşim, herkes huzurlu olsun, ben zaten huzur bulurum" kanısı tekrar güçlendi bende.

Sonra da, en güzelinden bir gülümseme kondurdum yüzüme.

Bilirsiniz ki, gülümsemek dahi bir ibadettir.

Neden mi? Nasıl mı?

"Müslüman kardeşine gülümse ve selamlaş" özetinde bir meali arayanlar ilgili kaynaklarda bulacaklardır.

Huzurlu ortamın başlangıcı gülümsemektir dostlarım. Hayatı renkli hale getirebilen ve o renkleri görebilen, gülebilen insandır.

"Arkadaşım, bunca dert içerisindeyken nasıl güleceğiz?"

Bakış açısına göre cevaplanabilir bu soru.

Doğrudur. Çok sıkıcı ve sıkıntılı bir hayat içerisinde debeleniyoruz. İşimiz, gücümüz, çoluğumuz, çocuğumuz, ekmeğimiz, aşımız, kiramız, faturamız, paramız ve hepsinden öte arzu ve isteklerimiz. O kadar da sınırsızdır ki, doyumsuzdur ve zamansızdır.

Bunca yoğunlukta, komedi filmleri, tiyatrolar ya da abuk sabuk hikayelere gülmeye çalışan bir topluluğuz değil mi? Amma ve lakin, süreklide şikayetçiyiz bu gereksiz gülmelerimize. Tek kişilik komedi gösterisinin piri sayılan komediyenin gösterisine gider, iç organlarımız yer değiştirinceye kadar, ağız genişliğimizin sınırını test edinceye kadar kahkahalarla hoplar dururuz. Fakat; "Bu ne biçim komediyen kardeşim, anca küfür ediyor ve hiç bir şey de anlatmıyor, neyine gülüyorsak?" demeyi de vazife sayıyoruz.

Gerçekten neye, niye gülüyoruz?

Kişiliğin gelişmesinde neşeli bir hayat bakış açısının büyük bir öneminin olduğunu unutmamalıyız. Tüm sıkıntıların farkında olmak ama sıkıntıların çözüm süreçlerini beklerken kendimizi, çevremizdekilirini liğme liğme yiyip bitirmemek bu işin başta gelen esaslarındandır. Aşırı zayıf olan ve bir türlü kilo alamayan insanlar için; "Kendi kendni yiyip bitirmekten et bitmiyor vücudunda" şeklinde bir atasözü vardır trakyada.

Evet… Her şeyin farkında olunmalı ama asla olan bitenin esiri olarak, kaygılı, agresif, panik ve kötümser bir çember içerisine kendimizi, sonrada etrafımızdakileri hapsetmemeliyiz.

Bu demek değildir ki, her önüne gelene gül-geç. Arsızlık yap. Aradaki dengeleri çok iyi saptamak gerekir elbette. Bunun başlangıcı da hayatla barışık olmaktır dostlar. Kendimizle, etrafımızdakilerle, olan biten hayatla barışık olma. Sonuçta, hiç bir şeyin sebebi biz değiliz. Her şeyi olduran bir güç var öyle değil mi? Ve bizler mademki bir sınavın içerisindeyiz, sadece karaları bağlayıp arabesk giymiş ruhlara sahip robot bedenler olmamalıyız.

Hayatla barışmak konusunu madde madde incelemek ya da bilimsel açıklamak bana göre değil. Çok da iyi yaparım ama bu paylaşımda yüzümüze gülümseme ama hakikatli gülümseme kondurmak düşüncesindeyim.

Barışarak ancak ve ancak huzurlu ortam ve huzurlu ortamda kendi gelişimini mükemmel şekillendirmiş bireylerden oluşan toplumlar haline geleceğiz.

Ben, kendine ait ve etrafına ait olan biten her şeyle barışmasını, herkesin sayesinde gerçekleştirmiş bir dostunuzum. Kolay olmadı tabi bu. Önceki paylaşımlarımızda üzerinden geçmiştik hatırlayacak olursanız. Ömrümün şu anına kadar hayatımda olan, gelip geçen herkes, olumlu yöndeki katkılarıyla ve sağladıkları güzel ortamlarıyla ayaklarımın üzerinde dim dik durabilmemi ve her engeli başarıyla aşabilmemi sağlamışlardı. Siz şu an bu satırları okurken bile bana destek olan kitlenin bir parçasısınız.

Ne mutlu bana ve ne mutlu size.

Doğuştan sağ gözümün, göz bebeğinin önüne gelen beyaz perdeyi Beşiktaşlı oluşumun alameti olarak saymamın temelinde, ailemin ve arkadaşlarımın "Sen farklısın ama herkesle aynısın unutma" öğretisi bulunmaktaydı. Alay edilmedi mi, edildi. "Uzaylı" dendi. Mustafa Topaloğlu'nu tanımıyorum şeklinde bir cevap verirdim. Lakin, kimsenin hakkını yiyemem, o alay edenler dahi hâkir görmediler, acımadılar. Çünkü "Senin başaramayacağın şey yok" telkini ile büyüdüm. Bunun da hakkını verdim tabiki. Elimi attığım her şeyden iyi-kötü bir netice aldım. Düşüncelerimi bulandıran huzursuz bir ortam ya da bakış açımı olumsuza yönlendiren etkenler olmadı mı? Oldu ama birlik içinde, herkesin katkısıyla aşıldığı için bu denli özgüvenliydim.

"Seni tek gözü kapalı yenerim" diye başlardım oyunlarıma. Halbu ki, kapatacağım gözüm zaten görmüyordu.

Körebe oyunlarında gözüm bağlanmazdı. Allah'a çok şükür arkadaşlarım rahatlıkla kaçabiliyorlardı. Ebe olmanın tadını sonuna kadar çıkardım. Ya oyuna almasalardı ya da büyüklerimiz oyun oynamama izin vermeselerdi?

Düşünsenize, görüş mesafesi sadece 2,5 metre çapında ve o da sıkıntılı birisi olarak mahallede saklambaç oynuyordum çocuklarla. Yine hep ben yumuyordum. Sağolsun arkadaşlar yumsamda, yummasamda çok rahat saklanabiliyorlardı. hatta o kadar iyi saklanıyorlardı ki, evine gidip yemek yiyenler dahi oluyordu. En izbe köşelere saklanan bir kişiyi mutlaka bulurdum, geriye kalanları da saydığım duvarın dibinde sıralanmış halde.

"Senin neyine saklambaç" demedi hiç kimse.

Bu özgüvenle akşam karanlığında oynardım saklambaçı. Mahallede yoldan geçen herkesi sobelerdim. Elbet içinden birileri saklanan arkadaşlarımdandır diyerek. Kaç tane park eden motorsikleti ya da kaç tane elektrik direğini sobeledim sayamam şu an. Saklandıkları yerde unuttuğum kaç kişi vardı acaba?

Saklanmasını da iyi bilirdim. Çanağın çömleğin patlama eşiğine geldiği ana kadar kımıldamazdım yerimden. Topluluk psikolojisine de çok iyi uyardım. Kimseden bana zarar gelmeyeceği inancı ile kalabalık nerede saklanıyorsa peşlerindeydim. İsmim söylenip, o en saçma kelime dilden bir çırpıda "Sobe" olarak dökülünce toplarlardı beni bulunduğum yerden.

"Ya başına bir şey gelse?" demediler bana. "Sağına dikkat et ve oyna" dediler.

Bir gün…

Yolda yürürken, yanımdan bir teyze geçti ve geçerken;

"Merhaba oğlum" dedi.

Ben de; "Merhaba teyze" dedim. Mesafemiz de, yolun iki karşılıklı kaldırımı diyebiliriz.

Meğer, o teyze dediğim annemmişya.

Yine aynı yoldan, arkadaşımla buluşmaya gittiğim bir öğleden sonra, kendimden emin bir şekilde ilerlerken yolumda, çok çok ileride bir karartı gördüm. Şunu da belirtmeliyim ki, hayvanların her türünden aşırı korkan bir insanım. Gördüğümü kafamda çizmeye başladım. Gözümde canlanan görüntü şu;

Yolun ortasında, iri kıyım bir köpek oturmuş, avını beklercesine beni süzüyor.

Mesafe oldukça fazla ama gözüme yansıyan netice hiç hayra alamet değil.

"Bir şey yapmaz Cantürk, korkma Cantürk, korkmazsan ısırmaz Cantürk, belki sadece bakıyordur" diyerek telkinlerde bulunduğum anlarda adımlarım sık ve kısa olmaya başladı. Başka dönüp gideceğim yol da olmayınca mecbur kaldım ilerlemeye ve güç bela yanına kadar geldim ki, bir de ne göreyim?

Sen teneke yamul ve yolun ortasında öylece dur…

On dakika tekmeledim o tenekeyi hırsımdan… İkiye bile ayırdım tam ortadan.

Yine böyle tenekenin birine tekme sallarken, teneke hırladı…

"Sen teneke değil miydin?" dememle koşmam aynı zaman dilimindeydi dostlar.

Topuklarımın seri atışları ile Usain Bolt imzası atıyordum asfalta.

Halen dahi çöp tenekeleri ile aramda bir mesafe vardır o günlerden bu güne.

Yukarıda paylaştığım anıları daha kötümser ve acite etmiş halde de size sunabilirdim. Hiç biriniz de şaşırmazdınız bu kadar ve yüzünüzde tatlı bir tebessüm oluşmazdı. "Ah yazık… Kıyamam…" diyenler hangileriniz olurdunuz? Acite etmemin yararı hangimize olacaktı?

İşte hayatla barışma formülüdür bu.

Huzurlu ortamın sağladığı özgüvenle kendime çizdiğim yoldaki engelin şekli ne olursa olsun, neye dönüşüpte beni yanıltırsa yanıltsın, vazgeçmeden yürümek ve yürüyüşüme kendimce refleksler ile stratejiler oluşturmak sayesinde oluşuverdi ben dediğim varlık.

Okul zamanı gelip çattığında ailem, hiç bir farklılık gözetmeksizin, herkes ile aynı şartlarda okumam için gereken tüm adımları attılar çok şükür. Kitabı annem okurdu. Ben de, okunan kitabı kafama yazardım adeta. Annem sayfayı çevirirken hangi cümlenin hangi kelimesini okuduğunu hafızama kaydederdim. Yazılılarda, kuvvetli hafızamdan çağırdım cevapları dökerken kağıdıma, kafamla sayfayı çevirme hareketi yapardım. Beni dikkatle ve garip bakışlarla izleyen öğretmenlerim dayanamazdı daha fazla ve; "Okuyup üfleyeceğine cevapla kağıdını" derlerdi. Bazen de annem öyle dalardıki okumaya, yüksek sesle başlar, sonra giderek ses kısılır, ben iyice anneme yaklaşmaya çalışırım duymak için ve en sonunda annem sadece gözlerle okur, ara sıra da kafa sallardı okuduğunu anlamış olmanın haklı gururuyla. "Anne, ben de çalışabilir miyim?" diye sorardım ve annem dersi en başından alırdı.

En ön sıradan tahtayı okumaya çalışır, okuyamadığımda kalkar tahtaya kadar yürür ve okuduklarımı gelip masamda defterime ya da kağıdıma geçirirdim…

Ben başardıkça teşvik ve takdir, takdir edildikçe başarı, desteklendikçe güven, güvenli ve huzurlu ortamda elbette gülümseme.

Dostlarım,

Anlattıklarım benim özelimde her engelli kardeşimin, büyüğümün karşılaştıkları hayat aşamalarına bir örnek. Örnek olabilecek bakış açısı kazandırmak ise, nihai hedef. Hayatın keşmekeşi içerisinde kaybolmaktansa hayatı çok da ciddiye almadan ama gerçeklerinin de farkında olarak ömür sürmeye çalışırsak gülümsemeye fırsat bulabiliriz. Tabi ki, kendi gülümsememizin kaynağının da diğer insanların gülümsemesinden geçtiğini yine unutmamak kaydıyla.

Ben bu kıt görüş mesafesi ile üniversitede gece öğretiminde okudum. Karanlıkta. Şimdi buna yakınmak mı lazım, yoksa bu halle eğlenmek mi?

Ben bunu önümüzdeki hafta anlatmak üzere bir kenara bırakırken, sizler de, hangi şartlardan yüzünüze gülücük eklentisi çizdiğinizi ve hayatı neşenizle ve neşelendirerek daha yaşanır bir ortam haline getirdiğinizi tartın.

Engel olduğumuz hayatlarda mücadele ettirmediğimiz engellilerin yarım kalanlarının ne olduğunu da tartışalım.

Yüzünüzden gülümseme eksik olmasın.