DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Huzur

Huzur

Sevgili Okurlarım, “Kendimizin ya da evlatlarımızın şartlarına hangi yolları açtığımızı değerlendirelim” diyerek tamamlamıştık bir önceki sohbetimizi. Kişiliğin şekillenmesinde en önemli etkenlerden birisi de sağlanacak “huzur” ortamıdır. Dile söylemesi çok kolay gelse de, hayatta uygulanması en zahmetli ve engebeli olgudur. Her ne kadar huzurun hayatımıza tahsisi için mücadele etsek, bir o kadar bozucu, yıkıcı durum ve

Sevgili Okurlarım,

“Kendimizin ya da evlatlarımızın şartlarına hangi yolları açtığımızı değerlendirelim” diyerek tamamlamıştık bir önceki sohbetimizi.

Kişiliğin şekillenmesinde en önemli etkenlerden birisi de sağlanacak “huzur” ortamıdır.

Dile söylemesi çok kolay gelse de, hayatta uygulanması en zahmetli ve engebeli olgudur.

Her ne kadar huzurun hayatımıza tahsisi için mücadele etsek, bir o kadar bozucu, yıkıcı durum ve kişilerle muhatap olmak zorunluluğu işin en yorucu bölümüdür.

Bir yanları diğer insanlardan farklı yaratılmış kişilerin en başta gelen gayesidir huzur.

“Kendimi ders kitabı okuyor sanıyorum şu an. Daha gündelik sohbet etsek olmaz mı?”

Huzuru yakalamanın ön koşulları özetle; maddi ve manevi anlamda kafaya takabileceğin bir sıkıntının olmaması şeklinde ifade edebiliriz.

 

“Çok zor…”

Neden zor olsun ki? İnsan bir kere istemeye görsün, neler yapabileceğine kendi dahi inanamaz öyle değil mi?

Maddiyatı sohbetimize taşıyarak ekonomi bilgeliğine soyunacak değilim hiç merak edilmesin. Lâkin, şartları bir adım öteye ve tabi iyiye taşımak insanın elinde. Kadercilik gölgesi altına sığınmanın bir yararı yok. Daha iyi şartlar için gereken çalışmaları büyük bir gayret ve titizlikle yürüttükten sonra sıkıntıların çözümü aşamasında bir bölüm daha geçilmiş olur.

İyi de, yakınmak ve tembellik ederken “kısmetim bu kadarmış” diyoruz, neden şimdi uğraştırıcı şeyler yazıyorsun? Bu şekilde bir sorunun cevabı ya da gerekçesi görünürde küçük bir kelime ama kapsadığı çekim alanı oldukça devasa;

 

“Huzur…”

Son dönemde ne kadar çok talep eder hale geldik bu kelimenin manasını değil mi?

Bu ortamı kendimize ve evlatlarımızın hayatlarına uyguladığımızda, kişiliklerini huzur içinde ve özgüvenle tamamlamaya çalışan bireyin kendine katacağı ek özelliklerle ayaklarını daha sağlam ve bağımsız yere sabitleyeceği aşikârdır.

Sadece kendi hayatlarının zevk-ü sefası için yaşayan insanların tek beslenme kaynağı huzursuzluktur.

“Ne alakası var şimdi, zaten amaç bu değil mi?

Elbette bu olmamalı. Amacımızın kendi sefamız ya da zevklerimizin tatmini olması bir çok noktada diğer kişilerin huzur alanlarına müdahale etmemizi gerektirir. Tek başına tüm medeni ve beşeri ilişkilerden kendimizi soyutlamadığımız müddetçe, ortak yaşam alanlarında bir arada yaşadığımız her canlının kişiselliğini dikkate almalıyız. Kişiselliklerinden bir tanesi bile bizim ego tatminimize engel oluyorsa, karşımızdakini huzursuzluk planlarımızı uygulayarak devre dışı bırakmamız kaçınılmaz olacaktır. Nerede ortak yaşama bilinci?

“Bana ne…” demek çok kolaydır. Bakın biz bu derin sohbeti yapmadan yaklaşık 1500 sene evvel, Yüce Yaratıcı, kendi ilmi ile gönderdiği mesajlarında ne de güzel kesin hatlarla belirtmiş yukarıda bahsettiğimiz ego tatmincilerini;

Fâtır Suresi 10. Ayet çok net. Mealen;

“Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu, salih amel (nefs tezkiyesi) yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.”

Bu sonu bile bile nefsinin yani popüler tabirle egolarının peşinden giderek, başkalarının huzursuzlukları üzerinden bencilliklerine kılıf yaratanlara şaşırıyoruz değil mi?

Engelli bireylere reva görülen çoğu yaklaşımın temelinde de bu nefis müdavimlerinin sırf kendi kusursuz hayatlarına ve zevklenme sürelerini arttırma hedeflerine yönelik söz, tutum ve davranışları bulunmaktadır.

Belediye otobüsünde gözü görmeyen birisi, sırf ayakta durabiliyor diye, yakınından gelecek her tehlikeye rağmen, “Genç adam, neyi var, ben yorgunum” bahaneleri ile asla yer verilmemesinin sebebi de bu ego haz limitlerini zorlamadır. Az gören benim gibi yolculara zaten ne şoför inanır ne de muavin. Çok şükür, onların gözünde, paralarını gasp eden ve evde oturup sokağa asla çıkmamaları gereken devlet torpillisi mahluklarız. Bu cümleyi burada sonlandırayım kendimin ve sizlerin sinir katsayılarını düşünerek…

Kimi zaman aileler dahi bu bakış açısına sahipler. Özden farklılık sahibi bireye sahip bir aile büyüğü, sosyal hayatına, kişisel zevk ve tembelliklerine engel teşkil eden bu bireyi kabullenemeyip, kendisine yönelik bir ceza ve müşküliyet sebebi gördüğünden, bin dereden getirdiği bin suyu harcamakta ve aşağıda sayacağım yollarla farklılığını hem kafasına kakmakta, hem de izole hayatı reva görerek ayak bağı olmasını engellemektedir.

Görmeyen birine, tüm hayat zevklerini bir kenara bırakıp göz olabilmek, yürüyemeyen birine egosal zirve yollarında yürümeyi terk ederek adeta ayak olabilmek ya da duyamayan birine; “keşke ben de, senin gibi sessiz bir ortamda bu gürültü, dırdır ve keşmekeşten uzak kalabilsem” demek bencilliğinden sıyrılarak bedenimizi dil haline getirmek ve hem anlaşmak hem de alemi anlamasına katkı sağlamak çok mu zor bir hayat olacak bize? Peki, bunları yapabilmenin vereceği iç huzur ve sağladığımız huzurlu ortamda yetişecek bireyin bu huzura kendi elleriyle sağlayacağı katkı bizlere hangi alanların kapılarını açacak düşünelim mi?

Sokağa adım attığım ilk andan bugüne kadar, karanlık çöktüğünde görüş mesafemin aşırı düşmesinden kaynaklı yaşanabilecek olası tehlikeli durumlardan korunmam için; “Ne işin var bu saatte dışarda? Nasıl çıktıysan öyle gel eve!” Demenin kolay kurtuluşu yerine, hangi mesafe olursa olsun, hangi saat olursa olsun, kimi zaman uykusundan, kimi zaman sohbetinden, kimi zaman meşkinden, kimi zaman filminden, kimi zaman müziğinden, kimi zaman çalışmalarından, kimi zaman internetinden vazgeçerek, dizel arabasının motorunun çalışma süresini, aracın bozulma ihtimalini hiçe sayarak düşünmeden, bulunduğum duraktan gelip beni alan babam… Sizce, yaşadığı anlık huzursuzluklara değmez mi benim huzur içinde eve ulaşmamı sağlaması?

“Baban yapmayacak da kim yapacak? Yine yazıyorsun. Yazacağına git söyle kardeşim.”

Asırlık bir otobüs hattı olan 500T ile 2005 yılında, Kartal-Cevizlibağ istikametinde ve saat: 20:00 civarlarında seyahat etmekteyken, ayakta yolculuğun sıkışıklığını paylaştığım beyefendilerden birine; “Burası neresi?” diye sorduğumda; “Sen nereye gidiyorsun?” cevabını aldım. Varacağım istikametten bahsettim. Normal şartlarda üç durak sonra inecek olduğunu, Yenibosna’da beni Silivri otobüsüne bindirirken öğrenmiş olmama ne dersiniz? Sadece o anki durağın adını söylemek yerine, evime huzur ve güvenle ulaşabileceğim noktaya kadar bana eşlik etmesinin bana sağladığı huzur ve kendisine kattıkları ile aynı yoldan geri dönüşü ne kadar kıymetli öyle değil mi?

Kişiliğimi ilerleten ortamlardan biri de o akşamdı.

Peki sizler, hangi hayata huzurlu yaşamaları için ödün vererek eşlik ettiniz?

Bir de; hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını, huzursuzluklar ve sıkıntılara boğarak arabesk yakarışlar üzerine bina edenler var ki, kendi rahatlarını, yarattıkları huzursuz ortamda herkesin mücadelesinden arda kalan boşlukta sinsice yürütmeye çalışmaktadırlar. Çeşitli hileler, tuzaklar, planlar kurarlar. Huzursuzluk baş gösterince oluşan kaosa karışırlar. O kaosu kullanırlar. Tozun dumanın arasında kendilerini geri çekerler ve zevk-ü sefalarını yürütebilecek boşluğu yaratırlar. Toz duman dağıldığında ise, “Size ne oldu?” derler. Dağılan hayatlar, bozulan kişilikler sırf o egoya hizmet etme gayesine sonuç olurlar.

Yüce Allah, bunun mesajını da şöyle buyurmaktadır;

“Ve o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek (çıkarmak) için tuzak kuruyorlardı. Ve onlar, bu tuzağı kuruyorlarken; Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak kuranların (karşılık verenlerin) en hayırlısıdır.”(Enfâl/30)

Özden farklılık sahibi bireylere kuracağımız dünya ortamını neye göre hazırlayacağımızı irdelemeye devam edelim.

Birbirlerinden farksız insanlar, yukarıda saydığımız gerekçeler ve bahanelerle, sadece kendi izzetleri için kimlere engel olduklarını hesaplamazlar. Şimdi, burada, engel kimde ya da kim engelli? Onlar gibi olmayanlar, en ufak huzur zerresini dahi kocaman bir dünya haline mutlulukla getirirken ve yaşarken, onlar, yarattıkları canavar karşısında kendileri perişan hale gelirler her seferinde. Ayet çok açık. Engelleri aşmanın yolu, ödün vereceğimiz nefsaniyetimiz sayesinde kolaylaştıracağımız hayatların huzuru ile açılacak geniş alanlarda mutluluk koşturmamız olacaktır.

“Çok uzun oldu be sefer bu yazı, daha güncel bir yazımla özetleseydiniz?”

 

Dostlarım,

Engelli yurttaşlarımızın, evlatlarımızın huzurlu ortamda yaşaması, belki bizim haz ve zevklerimizden ödün vermemizi gerektirebilir. Bu algı yanlış bir algıdır. Aksine, huzurun tahsisi için mücadele etmemiz durumunda çoğalacak sevgi ve saygı bağı bir çok geniş tembellik, keyif, öze ulaşma alanları doğuracaktır.

Kısacası, 2, 1’den her zaman iyidir. 1 için kendimizi ve çevremizi heba edeceğimize 2’yi, 3’ü ve hatta daha fazlasını istemek daha iyi değil mi?

Gelecek haftaki sohbetimizde daha yalın bir huzuru tahsis yolları aramaya çalışacağız. Yukarıda detaylı irdelediğimiz kişi tasvirlerinden hangisiyiz ve en son hangi özden farklılığa sahip bireyin hayatına destek olarak huzurlu ortamına katkı sağladık? Muavin olarak hangi engelli vatandaşın sırtını sıvazladık ve “Senin canın sağ olsun, duan yeter” dedik? Karanlıkta yürümesi güç diye hangi ışıksız yolun ışıklandırma direklerini kontrol ettik ve sık aydınlatma kurduk? Çocuğumuzu eve hapis etmeden, hayattan izole etmeden, güvenli ortam sağlayarak hayatta yürümesini sağladık? Vs. vs. vs…

Allah huzurumuzu ve ağız tadımızı bozmasın.