DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Kişilik

Kişilik

Kıymetli Okurlarım, “Özgüven” başlıklı yazımın son satırlarında bir zihin taramasından bahsetmiştim. “Ben” olmakla “Hayy” olma arasındaki özgüven bağımızı ne kadar güçlendirdiğimizi düşünelim, demiştim. Yazı sonrası aldığım geri dönüşlerden anladığım kadarıyla, çoğunluk bu bağ hakkında düşüncelerini yoğunlaştırmış. Elbette, kişiliklere özgü cevaplar bulmuş zihinler. Özgüven, kişilik özelliklerimizden sadece birisidir. Kişilik oluşturmanın ve geliştirmenin bir hayli fazla olgusu,

Kıymetli Okurlarım,

“Özgüven” başlıklı yazımın son satırlarında bir zihin taramasından bahsetmiştim. “Ben” olmakla “Hayy” olma arasındaki özgüven bağımızı ne kadar güçlendirdiğimizi düşünelim, demiştim.

Yazı sonrası aldığım geri dönüşlerden anladığım kadarıyla, çoğunluk bu bağ hakkında düşüncelerini yoğunlaştırmış. Elbette, kişiliklere özgü cevaplar bulmuş zihinler.

Özgüven, kişilik özelliklerimizden sadece birisidir. Kişilik oluşturmanın ve geliştirmenin bir hayli fazla olgusu, yolu, etkeni ve gereksinimleri bulunmaktadır.

İnsanın kendi kişiliğini oluşturması mı zor, yoksa bir başkasına kişilik oluşturma mücadelesine öncülük etmek mi? Ya evladımızın, evlatlarımızın kişiliğini oluşturması için yapabileceklerimizin sınırını hiç düşündük mü?

Bir de, “özden” yani halk ağzıyla “engelli” evlat kişiliğini oluşturmanın ne denli güç sarf edici olduğunu hissedelim. İşin sevap ölçütünü ve rıza yükselişini ne ben, ne de “ben” diyen bir başka kişi asla anlatamaz. Yaşanılası boyutunu birebir yaşamış bir dostunuz olarak şu kadarını söylemeliyim ki, aile ne kadar güçlü sınavlardan geçiyorsa, çocuk da o düzeyde cevaplayabiliyor hayatı.

Değerler, töreler, yasalar, kurallar ve dahası… Nakışlaya nakışlaya işlemek…

“Karşındaki insana, ne olursa olsun, hangi şekilde olursa olsun, asla ama asla zarar vermemelisin” öğretisini bilincimden dışa vurmaya başladığımdan beri aklımda hep aynı kare var.

9 yaşındaydım. Aşırı korumacılık perdesi arkasında kişisel korkularını benim üzerimden canlandırmamış olan ailemin sağladığı güvenle dışarıda herkesle oyunlar oynadığım bir sabah, 6-7 yaşlarında ve boy dezavantajı olan küçük mahalle sakinimiz, nedenini hatırlamadığım bir tartışma sonrası iman gücüyle karın boşluğuma seri yumruklar tüketiyordu. Ağrı eşiğimi mi test ediyordum ya da fırsatını mı kolluyordum cevap vermek için?

Hayır…

“Asla zarar verme” prensibine sıkı sıkıya bağlı kalıyordum. Daha da doğrusu; nasıl cevap vereceğimi hiç bilmiyordum. O sahnenin yaşandığı esnada annem ve babam bir yerden geliyorlardı ve gördüklerine müdahale ediyorlardı hızla. Minik boksörü bir şekilde uzaklaştıran babam bana dönerek; “Sen neden vurmuyorsun oğlum?” diye sordu. Cevabım; “Ben daha düşünüp neresine nasıl vursam diyene kadar çocuk saydırıyor” olmuştu.

Benim için, daha o dönemde, birine kendini saydırmak istiyorsan yapman gerekenin efendi olmak, terbiyeli olmak, az ve öz konuşmak, kavga etmemek vs. vs… olduğu konusunu sanırım muhatabım bilmiyordu. Bilse beni sayması içten bile değildi.

Dünyanın bu halinde, yukarıda belirttiğim kişilik özelliklerinin hangisinin genel geçerliliğinin olduğunu tartışalım mı?

Peki, engellilik durumunun gerektirdiği şekilde muhatabının yaklaşımda bulunmasını nasıl sağlarsın ya da nasıl sağlanmalı?

Bu sorunun temelinde “özveri” kelimesine yüklenen manalar yatmakta. Kişiliğine yüklenen özellikler karşısında özverili bir çaba harcamadıkça o beğenmediğimiz kişilikler gelip bize musallat oluyor.

Neyin özverisi?

Annem, ilkokula başladıktan sonra ben, alınan çizgili ve kareli okul defterlerinin çizgileri üzerinden siyah kalemle geçerdi ki, düzgün yazı yazabileyim çizgileri görerek. Babam ise, o çizgileri düzgün kelimelerle doldurmam için edebiyat ve yazım kurallarıyla yönlendirdiler beni. Her akşam bir sayfanın çizgileri çizildi, tüm yazılı metinler annem tarafından okundu, gerekli ışık kaynağı için masa üstü aparatlar babam tarafından temin edildi ve beni herkesin gittiği okulda, “Ben bununla uğraşamam” diyen öğretmene rağmen okuttular. Halimden anlayan, ana sıcaklığını verebilen öğretmen bulmaları da uzun sürmedi.

“E ne olmuş ki canım, her anne baba yapar bunu. Anneni ve babanı başka yerde ya da yüzlerine karşı da övebilirdin bu kadar yazacağına…”

Sorgulayalım birlikte.

Evladınızın iyi okuması mı, iyi şartlarda okuyabilmesi mi, hangisi önceliğiniz olur? Gereken şartları oluşmayan bir çocuğa sadece yanında durup, “Hadi oku”, “Evladım düzgün yazsana!” gibi telkinler pek işe yaramaz öyle değil mi? Özgüven temelli bir yaklaşımla şartları oluşan çocuk, telkinleri yerine getirmek yerine bilgiye kavuşma, kendini geliştirmeye olan ihtiyacını gidermeye heveslenerek hem eğitim hem de tüm hayat aşamalarını sürdürecektir.

"Kazanan aile" yerine "kazanılan birey" hedefi, engellilik haline aldırış edilmeksizin farklılık gözetmeksizin tutturulabilir ancak ve ancak.

Yazılarımı takip edenler bileceklerdir ki, kendim üzerinden detaylandırdığım zihin kurcalamalarımızın ete kemiğe bürünmesidir hafızamdan kaleme yansıyanlar. Beş dakika ayırıp kendimizle kaldığımız anlarda, neleri, nelere rağmen, nasıl yaptığımızı, hangi yaklaşımlarda bulunduğumuzu irdelediysek, sonuç alıyoruz demektir.

Ağlamak, sızlanmak, “Bu çocuk nasıl okuyacak” ya da “hangi okullarda okuyacak ve kimlerle okuyacak” gibi yakınmak yerine, şartları en iyi yapmak değil, en iyi şartlara ulaşılmasını sağlayacak yolları açmak engelli ya da engelsiz (göreceli bir kelime) hepimiz için kişilik belirleme süreçlerinin anahtarlarıdır. Anahtarlıklarında yeterli anahtar olmayanlarda baş gösterecek olanlara “kişilik bozukluğu” deniliyormuş.

Kişi, ilk aşamada, kişilik aşamalarını aileden alıyor. Rabb’imiz hepimize bu bilinçte ailelere sahip olmayı ve bilinçli aile olmayı nasip etsin.

“Ben(biz) zaten öyle aile…”

Gelecek haftaki sohbetimiz öncesinde, kendimizin ya da evlatlarımızın şartlarına hangi yolları açtığımızı değerlendirelim.

Allah’a emanetsiniz.