DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Özgüven

Özgüven

Merhaba Dostlar, Geçtiğimiz hafta yayınlanan ilk köşe yazıma göstermiş olduğunuz ilgiden ötürü hepinize müteşekkirim. Bu hafta da, kendi penceremden irdelediğim benlik ve var olanları, var olmanın kendisini tanıma çabalarımı paylaşmak suretiyle farklı bilinç yolları oluşturmaya çalışacağız. Hatırlayacağınız gibi; “Hayy!..” ile çırpınıp, kabuğunu çatlatmaya çalışan benliğimin ilk debelenmelerinden bahsetmiştim önceki yazımda. Sütten kesilmiş bebeğin, midesine giren

Merhaba Dostlar,

Geçtiğimiz hafta yayınlanan ilk köşe yazıma göstermiş olduğunuz ilgiden ötürü hepinize müteşekkirim.

Bu hafta da, kendi penceremden irdelediğim benlik ve var olanları, var olmanın kendisini tanıma çabalarımı paylaşmak suretiyle farklı bilinç yolları oluşturmaya çalışacağız.

Hatırlayacağınız gibi; “Hayy!..” ile çırpınıp, kabuğunu çatlatmaya çalışan benliğimin ilk debelenmelerinden bahsetmiştim önceki yazımda.

Sütten kesilmiş bebeğin, midesine giren ilk lokmanın şaşkınlık, belirsizlik ve iştahsızlık yaratan tüm etkilerine uğramışçasına sarsıcı bir isimdi “Hayy”. Çok belli ki, “Hayy” olabilmeye koşturuyordu ruhum ve benliğim.

Koşunca ne olacaktı ki?

O gün, o koşuya çıkarken, yanına benliğimi de aldığı için, öz ile ten arasındaki bağlantıyı besleyenin ya da beslemesi gerekenlerin ne olduğunun idrakine varabildim. Hatta şu an, nefes alışlarımda “Hayy” olmanın derin şükrü içerisinde var olmayı sürdürmekteyim.

“Hayy” olmak, var olmak, diri olmak, canlı olmak, zinde olmak, güçlü olmak… Kısacası; “Ol”mak.

Ne olacağını bilemediğim sonlarda, olup biten sonlara yakınmamam gerektiğini öğretti bu koşuş. Belki de, üstesinden gelmeye çalıştığım tüm mücadelelere bir son vermenin işaret fişeğiydi o an.

Sonlardan var olmanın koşuluydu o koşuş.

Biraz daha gündelik ağızla ifade etmeye çalışalım.

İnsan, doğduğu yere vefasızlık etmezmiş, etmemeliymiş. Sanırım, genetik kodlamalarımda bu cümle büyük harflerle yazılmış olmalıydı ki, hastane ziyaretlerinin aranan hastası unvanı ile geldim o derin koşuya.

Milyonda bir hastalıklarla mücadele ederken bile kendimi özel hissediyordum. Milyonda bir olmak ayrıcalıktı. Bunların dahi birer sınama olduğunu koşarken fark ettim. Acı çekildikçe varılacak yol kutsaldır.

Gözlerimdeki sorunun ailem tarafından fark edilmesi sırasında henüz 6 ay kadarmış dünyadaki varlığımın süresi. Her olumsuz şüphe ve teşhiste zorlanan tıp karşısında gerek metanetleri, gerek sabırlı mücadeleleri ile zor günlerin eşiğini geçmişti ailem.

Ülkemin doktorları tarafından derin incelemelere tabi tutulsam da her yolun araştırıldığı o dönemde yurt dışından gelen doktorlarca yapılan incelemelerde oğullarına “Bu kadar görebilir” teşhisinin dayanılması zor bilgisi ile de mücadele etmiş değerli ailem. Tüm ailelerin yapması gereken de böyle bir derviş sabrını yaşamaktır değil mi?

Engelli bir çocuğun ailesi olmak çok zor ve bir o kadar da büyük bir sınavdır. Neyi, ne kadar yapabileceğini, başarabileceğini kestiremediğiniz evladınız ile ilgili gelecek kaygılarınızın mesafesi sanırım uzaydan görülebilir.

Aslında Çin seddinin uzaydan görülmediği gerçeği beni ne kadar şaşırttıysa, süreç içerisinde yapabildiklerim ve başarabildiklerimle ailem o derece şaşkınlık içerisine düştü. Tek sahip oldukları ise, içlerine ilham buyurulan, bana karşı geliştirdikleri sonsuz güven ve güçlü inançtı. Bu inanç sayesinde hiçbir fark gözetmeksizin yetiştirdiler beni. Bu öyle büyük bir şanstı ki benim için. Şu anki özgüven ve azmimin temellerini atmışlardı.

Çıkan sonuç onları ne kadar sevindirir ya da ne kadar gururlandırır bunu bilemem ama çok iyi bildiğim bir şey varsa o da; engelli ya da engelsiz, çocuklarımıza karşı yaptırabileceklerimizin değil, yapabileceklerinin ortaya çıkarılması ve kendilerine nakış nakış işlememizin gerekliliğidir.

Hayata küsmek, isyan etmek, “Neden ben ve neden benim çocuğum” demenin ağır hasarları yerine; “Elbette benim çocuğum da … yapar, … olur, …’yı başarır” demenin erdemi ile yetiştirilmelidir özden çocuklar.

Lafları ziyadesiyle bol insanlar yerine, yaklaşımları bu yönde olan insanlar tarafından dünya hayatına ısındırılan çocukların varacağı başlangıç noktasına “Hayy” denir.

“Hay Allah” ile “Hayy Allah” arasındaki ince çizgide yönümüzü iyi belirlememiz gerekiyor.

Düşünün;

Oğlunuz size gelip; “Baba, ver şu arabanın anahtarını da kız arkadaşımı evinden alayım.” cümlesini tıbben kuramayacak. Ama iş odur ki, bu eksiklik gibi görülen durumun, hayatın gerçeklerinden yana bir eksiklik olmadığını iyi aktarmaktır hakikat. Evet, belki o cümleyi kuramadım ama hayattan izole edilmediğim için şu an go-card pistlerinde araç kullanabiliyorum.

Nasıl mı?

Cevap basit;
“Özgüven…”

Belki de, “Hayy” olabilmenin ilk şartı bu.

İster engelli ister engelsiz olsun, evlatlarımıza aşılayacağımız özgüven olgusu ile başarı hanelerini birer birer dolduracaklarını asla ama asla unutmamalıyız.

Sadece çocuklarınız için de değil. Hepimiz, kendisine karşı özgüven yüklemesini, uygun ölçülerde gerçekleştirdiğinde görülecektir ki, var olma, diri olma, güçlü olma, zinde olmak, canlı olmak, kısacası olmak, “Hayy” yoluna düşmek gayet mümkündür.

Benliğini çözemeyen, benliğinden çözülemeyen ne hakikati çözümleyebilir, ne de Hakk’ı özümseyebilir. Tek “Ben”, hep “Ben” yerine; “Hayy” olabilmek esasına dayalı bir hayattır asıl olan.

Bu uzun ve derin zihin trafiği ışığında, önümüzdeki hafta yapacağımız sohbetimize kadar, “Ben” olmakla “Hayy” olma arasındaki özgüven bağımızı ne kadar güçlendirdiğimizi düşünelim, irdeleyelim. Yaklaşımlarımızı gözden geçirelim ve neye ihtiyacımız olduğuna tekrar bakalım.

“Hayy” ve “Kayyum” Allah’a emanetsiniz…