DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Pembe Gitarist

Pembe Gitarist

Olgundu…Şunun şurasında büyüyeli iki yıl olmuştu.Taliplerinden vazgeçeli, taleplerinden vazgeçeli, limitsizce sevişlerini, sevmeyenlere gönül koyuşlarını terk edeli, yıldızlardan medeti keseli, gelecekten umudu keseli, cebi bol, cömertliği ezeli iken, varlığında bulduklarından varlığına kattıklarını çıkarınca avucunda serçe mislisince gönül ehli eşitleyen ve her an, her dakikasında yeni bir hayat düşleyeli altı üstü iki yıl olmuştu.Peki, ne olmuştu?Ne olmuştu

Olgundu…Şunun şurasında büyüyeli iki yıl olmuştu.Taliplerinden vazgeçeli, taleplerinden vazgeçeli, limitsizce sevişlerini, sevmeyenlere gönül koyuşlarını terk edeli, yıldızlardan medeti keseli, gelecekten umudu keseli, cebi bol, cömertliği ezeli iken, varlığında bulduklarından varlığına kattıklarını çıkarınca avucunda serçe mislisince gönül ehli eşitleyen ve her an, her dakikasında yeni bir hayat düşleyeli altı üstü iki yıl olmuştu.Peki, ne olmuştu?Ne olmuştu da iki yıllık ufak zaman dilimine bunca farkındalık filizlendirmişti?Oda duvarından indirdiği son posterdeki kaslı aktörün olanaksızlıklar saçan platonik görüntüsüne artık yanılmayacaktı. Aksiliğinin ve sinirinin kurbanı olan iki gitarından sonra kardeşinin harçlıklarından yürüttüğü kırk lira ile aldığı pembe gitarının kırılan tellerini onarınca ilk çalacağı şarkıda söylemeyi istediği gibi, sil baştan başlayacaktı, gerekliydi. Pembe gitarında umudun tozpembe düşlenişlerini işlemişti kanattığı parmaklarıyla. Hep kızarlardı. Şu tırnaklarını kopartmamasını isterlerdi. Keşke onlar da kopartılabilecek kadar olsalardı. Elbet biraz kanayacaktı ama en nihayetinde kuruduğu zaman kan, huzurlu başlangıçlara erecekti o an. Pembe eteğinin dizine bıraktığı izi gözlerden kaçırmak için gösterdiği özeni kollarındaki morluklara gösterebilse, hem kendisi ile çelişmemiş olur, hem de eteğini çekiştirecek kadar saplantılara düşmemiş olur.Hâlbuki farkında bile değildi. Pembeyi seyrederek, kıvrımlarında yüzdürdüğü hayal gemisinde yansıyan gölgesinde dahi tahammülü bulunmuyordu.Şu gitarın tellerinin acilen onarılması gerekliydi.Seviyordu…Rahatsız edilmemek için saatlerde balkonda kalıp, üst solunum yollarına kısık ses telleri ekledikçe, buz dolabında bulabildiği birkaç soğuk algınlığı ilacına güveniyorsa da, kısık sesinden dinlediği şarkıyı seviyordu canından öte saydığı. Yarların ucunda mucize bekleyen serçeydi. Yârinden beklediği umudu yarından beklemeyecek kadar seviyordu. Kısık sesine buzdolabı çare olabilirdi ama buzdolabı kılıklı sevgilisinin gülmesine ilaç yoktu. Çaresizce; “Bir gün, birlikte güleceğiz” cümlesiyle balkon duvarlarını pembeye boyuyordu gözbebekleriyle. Bıkamıyordu, bırakamıyordu. Öyle ya, elbet bir gün gülecekti. Hem talibi, hem de talihi.Pembe gelinliklerin yadırganabileceğine canını sıkarken, taze sıkılmış portakal suyunun vitaminine dahi aşk dolu cümleler süslerken, bir anda, en özel anda, en sevilesi zamanda, o gülmeyişin arkasında gidecek bir kalp olacağını aklına getiremezdi. Nereden bilsin garibim. Acıyı sezdiğinden beri bin bir türlü bahane sunuyordu derinden baktığı ama sürekli ondan kaçtığını anladığı bir çift kahverengi göz. Düşünmek dahi istemiyordu lakin; her bakışında bir elveda saklı olduğunu hissediyordu.“Beni asla bırakma!”Ah…Şu lanet olası cümleyi, son çırpınışla söyleyebilse gözlerine…Evet,Gözlerine söyleyebilseydi, bilseydi şu el işaretlerini de, sevgisinin coşkusuna işaret edebilseydi, çekip alabilse idi o bakışları kendi kaygılarının şelalesine.Evet,Doyamıyordu, özlüyordu, duyamıyordu, gözlerinden kalbine süzülüyordu.Evet,Süzüm, süzüm süzülüyordu gitme telaşlarına. Lakin sakin kalamıyordu. Balkonu portakal kokuları sarınca baharı kutlayan kelebeklerin doğaya sarılması misali sarılmak istiyordu geleceğine. Gelecek günlerine götürmek istiyordu ama duyuramıyordu çığlık kıvamında arzularını.Şu gitarın tellerini bir onarsaydı da, kim bilir, titretebilirdi belki tüm hücrelerini melodi, melodi.O titrerse, gözleri daha deli dolu bakabilirdi,Kim bilir?Varlığında bulduklarından birinin tek bir sorusu takıldı zihnine güneşin pembeye çaldığı vakitlerde;“Sevdiğin için susup kalsan, konuşamasan, dilini döndüremesen ne hissederdin?”Ne saçma soru şimdi bu. Belki de ah dedikler şey bu olmalı. Oysaki sevgiyi şifreleyen bir kutu yoktu. İsteyen, istediğine, istediği şekilde sevgisini ifade edebilirdi. Sevginin dili şifresizdi, berraktı. Sol omuzdan sağ karın boşluğuna elini indirebilmek kadar kolaydı ifadeye dönüştürmek sevgini. Ne tatlı gülerdi. Günlerdir güldüremeyişinden dem vurmak gibi olmasın ama çok tatlı gülerdi. Hayatın, kendisine gülme fırsatını sunmamasına rağmen, tek bir beden hareketi ile gülerdi gözleri. O gülerdi, flarmoni orkestrasından vals dinletileri yayılırdı sanki fona. Aşırı dizi izlemekten olsa gerek. O sesi zaman, zaman hepimiz duyarız. Kimi zaman da kahkaha efekti gelir sanki kulaklarımıza.“Neye gülüyorlar?”Bu soruya hızlı cevabı nasıl versin ki, nasıl elinden gelsin ki ifade etmek?Portakal sıkmak daha kolaydı. Hep kolaycılık yapardı zaten. Didinen sadece kendisiydi. Ya da kendisine öyle geliyordu. Ne de olsa arada sırada geliyordu. Balkon pembe sevinçler boyuyordu o gelişlerde.Peki, ne oldu?Yok, yok, kazaya kurban gitmedi. Klasik ayrılık hikâyelerinden birisi de gerçekleşmedi.Aslı şuydu,Gitar da yoktu,Gözler de yoktu,Ama çok istiyordu…İki yıl önce bugünden kopartılan takvim yaprağına yazdığı şu cümleyle tanıdı herkes bilincinin derinliklerini.“Seni istemedikleri için pişman olacaklar ve utanacaklar.”Sessiz dünyalardan kapılarını çalan naif gönüllüye reva gördükleri “istemezük” haykırışlarını anlayışla karşılama erdemini dahi göremeyecek kadar engellenmişlerdi. Varlığında bulduklarının bu tavırlarına içerlerdi. Sanki bıraksa, bir olup kanını içerlerdi. İçerilerde kalan son eşyasını da toplayarak başını alıp gittiği uzak diyarın prensi, asla ona bağıramayacaktı. Asla ağzından kötü bir söz söylemeyecekti. Naifti ama asla saf değildi. Onu istemeyenlerin umurlarında bile değildi.Reva değildi tabi.Aile dediğin sarıp sarmalardı.Bozup dağıtmazdı. O da kendini bozup dağıtmazdı ama bunu hiç kimse anlamazdı. Anlatamadı da. Engellenen beyinleri hayata döndürmek kadar zor şey yoktu. Bunu en iyi anlayabilecek olan yine kendisi idi. Şayet, ayağa kalkabilecek ve onlarla aynı boy seviyesine erişebilecek durumda olsa, gözlerinin içine bakacak, kendini tutamayacak ve bir seferde bin cümle savuracaktı anlayışsızlıklarına, sevgisizliklerine, büyüklenmelerine, hakir görmelerine. Ne fayda ki, dermanı olmayan bacakların taşıyabileceği tek ağırlık, tellerini onarması gerektiği pembe gitarıydı. Omuzlarındaki ağırlıkları anlatacak vakit pek yok şimdilik.Olgundu ve iki yıl önce bugün yaşadığı hüzne de olgunluk gösterebilmişti. Sevmişti, belki de daha fazla sevilmişti. Sevenini sevemeyenlerden kaçıp, yurtdışında kariyerini tamamlayan aklını kaptırdığından mesaj geleli iki yıl olmuştu;“Beni arar mısın?”Hırsın her zaman için olumsuzlukla nitelendirilmesi yanlıştı. Olumlu yönde geliştirilen hırs ile birlikte sürdürülen kariyer sonucunda kazanılan iyi miktarda parayı tedavisinde kullanan esas oğlandan gelen mesaj…İnanamamak, yutkunmak ve adaletsiz dünyaya ağızlar dolusu sövmek üçgeninde depresyon yeşertmek düşüyordu kısık sesli gitariste.Biliyor musunuz, hiçbir zaman, onun kadar cesaretli olamadı ve hiçbir zaman hırsını olumlu yönlendiremedi. O kadar duymak istiyordu sesini ama duyuracak sesten ziyade, “Ne yapıyorsun?” sorusuna verilecek cevap canını yakıyordu. Belki de, tam konuşurken arkadan kızının sesinin çıkabilmesinden endişe ediyordur.Kim bilir?Alkolik kocasından yana methiyeler düzenleri mi anlatsın.“Seni, onun için uzaklaştırdılar” diyebilir miydi?Onu birkaç kez daha üzebilir miydi?Değer miydi?Değmezdi…Çünkü olgundu artık.Ses bekleyenin telefonunun melodisinde ise son dönemde popüler olan bir amatör ses zil sesiydi ve diyordu ki kısık sesle;“Sil baştan başlamak gerek bazen”Görüntüsü karanlık bir kızdan duyduğu ilk şarkıydı hastanede.“Ne kadar da bana uyuyor” diyerek ümitlerini koşturmuştu kulaktan kulağa.Şarkıyı söyleyenin adı kısmında “Pembe Gitarist” yazıyordu.İki yıl sonra bugün, o şarkıyı telefonuna yükleyen kızının istediği pembe gitar tam da buydu.Şimdi düşünelim hep birlikte;Kim, neye engel oldu?Hangi engel bize mani olur?Engellileri hakir gören tüm beyinden engellilere ithaf olunur bu uydurma hikaye.İsteyen, istediği dersi çıkarır artık.Sevgilerimle…