DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Sen Kimsin ?(!)

Sen Kimsin ?(!)

Değerli Okurlarım, Genellikle, tartışma veya kavga sırasında yurdum insanının kullanmakta en mahir olduğu soru kalıbıdır; “Sen Kimsin?” Kimin kim olduğunu o kadar iyi bilmekteyiz ki aslında. “Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” demenin ön hazırlık cümlesidir aslında bu. Bazen de, gerçekten tanımadıklarımıza sorarız yüz yüze, telefonda, internette vs. Peki, “Sen kimsin?” sorusunu bizatihi kendimize sorma

Değerli Okurlarım,

Genellikle, tartışma veya kavga sırasında yurdum insanının kullanmakta en mahir olduğu soru kalıbıdır;

“Sen Kimsin?”

Kimin kim olduğunu o kadar iyi bilmekteyiz ki aslında.

“Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” demenin ön hazırlık cümlesidir aslında bu.

Bazen de, gerçekten tanımadıklarımıza sorarız yüz yüze, telefonda, internette vs.

Peki,

“Sen kimsin?” sorusunu bizatihi kendimize sorma yoluna gidenimiz var mı?

Yok, öyle hemen parmaklarınızı kaldırmayın.

Acaba, kendimizin kim olduğunu biliyor muyuz da, karşımızdakilere kim olduğumuzu dayatma hakkını kendimizde kolayca bulabiliyoruz?

Racon kesme müteahhidi olanlar, kendi sesinizden bile duymaya tahammül edemeyeceğiniz cümleyi bir başkasına özgürce kurabilme yetisini kendinize hak, karşınızdakine de müstahak görmeniz büyük bir çelişki değil midir?

Sahi, biz kimiz?

Soyumuz sopumuzu, şeceremizi, soy ağacımızı, kütüğümüzü işaret etmeyecek tüm cevapları verelim.

Vicdanımızın kimliği nedir?

Sağduyumuzun ömrü ne kadardır?

Güvenimizin cinsiyeti nedir?

Tahammülümüzün boyu ne kadar?

Soruları çoğaltabiliriz ama yeterince vurucu sorular mıdır bunlar? Bilemiyorum.

“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” Özdeyişini söylemek dilimize o kadar kolay gelir ki, suyu bu kadar kolay boğazımızdan mideye indiremeyiz.

Mealini kim ne yapsın. Söyledik ya, o yeter.

Akıl da verdik miydi aklını bizden evvel saydıklarımıza, mükemmel insanın portresi hazır ve nazır ortadadır artık.

Ne de doğruyuz biz be kardeşim.

O kadar ihtiyaçları var ki karşımızdakinin aklımıza, yönlendirmemize, bizim düşüncelerimizdeki bizi tanımasına, konduruveririz bir çırpıda kulağına o hakir soruyu;

“Sen kimsin?”

Karşımızdakini hakir görme konusunda, yok olması adına, cürretsizleştirme ve çaresizleştirme durumuna sokma hevesinde, sindirme, çökertme ve sus-puslaştırma hallerini yol edinenlerin sorusudur.

“Ben, bunca şeyken, sen kimsin?”

“Ben kendimi bu denli saklarken, ortaya çıkarmaya çalışan sen kimsin?”

“Beni benden bunca zorluklarla kaçırmaya başlamışken, yüzüme aynayı tutma gafletine düşen sen kimsin?”

“Benim kaçırdıklarımı tespit etmemen için mühendisliğine soyunduğum kişiliğinle uğraştığımı fark ettiren sen kimsin?”

“Benim kadar başına taş düşesi bozuk karakterimi gizleme çabalarıma rağmen tüm demagojilerimi yüzüme çarpma kabiliyetine sahip olan sen kimsin?”

“Karambole uğratmaya çalıştığım eksikliklerimin üzerine örttüğüm agresifliğimi, umursamazca göze alıp beni terse yatırmaya çalışan sen kimsin?”

“Seni alt etme pahasına, birbirinden bağımsız kurulan cümlelerin bağlantılarını ve ilişkilerini ben dahi bilemezken, sabır denen melanetle tüm cümleleri aklında tutup, çelişkilerimi yüzüme vuran sen kimsin?”

“Yapmaya çalıştıklarıma hazırladığım zeminlere, önsezilerinle yaptığın doğru tespitlerle sabun dökercesine ihtimalleri önüme serip, kaydırdığın beni yüz üstü yere çaktıran sen kimsin?”

“Aldatmacalarıma kanma tenezzülünde bile bulunmadan, aldanışlarımın kalelerine, doğru insanın yapması gerekenler listesini koçbaşı yapıp saldırabilen sen kimsin?”

“Kimseye ezilmememin ölçütünü belirlediğim seni ezme gerekçemi hiçe sayarcasına, özgüvenle karşıma dikilen güçteki sen kimsin?”

“Ben bunca şeyken, sen kimsin!”

İşte size, en vurucu sorular listesi. Belki Üniversitelere giriş sınavlarındaki kadar zor gelmemiştir ama acıtıcıdır bir ölçüde.

Kendi ölçümüz neyse, işte o ölçüde acıtacaktır.

Ölçüsüzlüklerimizin toplamıyla soruyorsak “Sen Kimsin” diye, mücadele şansı bırakmıyor o kim olduklarını merak ettiklerimiz.

Maalesef.

Acı ama gerçek…

Peki, bu gerçeklerle, o hani başta, büyük bir iştahla parmak kaldıran sizler ne kadar yüzleşebilecek?

Yahut da, hanginiz artık saklanamadıklarını, saklayamayacaklarını düşünüp, kendisine dönebilecek?

Zor cümlelerin müdavimi olan bu kardeşiniz, canınızı epey bir sıktı bu sefer anlaşılan,

O halde, gelin biraz neşeli baharlara açalım kapılarımızı, ne dersiniz?

“Evet” diye kalkan parmakları sevdim bu sefer.

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”

 “Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.”

Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, sormuş Hoca:

“Sen kimsin?”

 “Mutasarrıf”ım demiş adam kabara kabara.

“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca,

“Herhalde Vali olurum” diye cevaplamış adam.

“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca,

“Vezir” demiş adam.

“Daha, daha sonra ne olacaksın?”

 “Bir ihtimal Sadrazam olabilirim.”

“Peki, ya sonra?”

“Padişah olabilirim.”

 “Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp:

“Hiiiç.” Demiş.

“Daha niye kabarıyorsun be adam!” demiş Hoca;

“Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım zaten” der.

Gördüğünüz gibi, sonuçta “hiç” olduğumuz halde, peşindeyiz birçok olunacak şeyin.

Bazen de, hiçliğimizin bilincindeyken, çok şey olduğumuzun egosal tatminini zorla kabul ettirmeye çalışırız muhatabımıza. 

Kıymetli dostlarım,

Şimdi, dönüp kendimize şunu soralım;

“Benim kim olduğumu, ben bile bilmezken, kimin kim olduğunu sorduğum hangi halleri yaşıyorum ve yaşatıyorum?”

"Hiçlik Makamı" kadar önemli makam yokken, kendimizi bu önemseyişimizin tarihi ne kadar eski?

Başkalarına tahakkümün kurmak yerine, "Biz kimiz?" Sorusunu kendimize sorduğumuzda; "Kendimize gelenleriz" cevabını verebiliyor muyuz?

Umarım bu yazı, hepimize iyi gelir.

Kendimize gelme yolları için önceki yazılarımdan fayda bulabilirsiniz diye düşünüyorum.

Allah'a emanetsiniz.