DOLAR %
EURO %
ALTIN %
BIST 100 %
BITCOIN %
Şüphe

Şüphe

Sınırında bir gümrük kapısı,   Üzerinde, alabildiğince geniş bir tabela ile geçiş noktasının adı;   “Paranoya”   Başlangıç noktası ise, “Şartlanma”.   Hayat acıdır, biber de acıdır, o halde hiç kuşkusuz hayat bir biberdir.   Orta dünyanın menkıbeler ve efsaneler sarmalında dolanan toplumlarında görülen sorguya gerek duymazlığın neticesinde ulaşılan yargıdır işte bu.   Tabi, Sorgu,

Sınırında bir gümrük kapısı,

 

Üzerinde, alabildiğince geniş bir tabela ile geçiş noktasının adı;

 

“Paranoya”

 

Başlangıç noktası ise, “Şartlanma”.

 

Hayat acıdır, biber de acıdır, o halde hiç kuşkusuz hayat bir biberdir.

 

Orta dünyanın menkıbeler ve efsaneler sarmalında dolanan toplumlarında görülen sorguya gerek duymazlığın neticesinde ulaşılan yargıdır işte bu.

 

Tabi,

Sorgu, gerçeğin doğurucusudur. Doğacak gerçeğe tahammül pek azdır. Töre, gelenek, anane vs. çeşitli kılıflarla ambalajlarız şartlanmalarımızı.

 

Koşulsuz koşullanmalar, şartların değerlendirilmesinden uzak şartlanmalar ile varılacak yargılar, tıpkı hayat-biber ilişkisi gibi mantıktan yoksun değerlendirmelerin ortaya çıkacağı sonuçlara bizleri vardıracaktır.

 

Aklın süzgecinden geçmeyen ya da geçmesine izin verilemeyen yargıların varacağı sonuç, bir hayli geçirgen yapıda olacaktır. Akıldan uzak sonuçların sınır çizgisine de “paranoya” denilecektir. Şayet, bu sınırın aşılabilmesi halinde, ödenecek gümrük vergisinin adına; “uzaklaşma” denilecektir.

 

“Kimden ya da neyden uzaklaşılır ki?”

 

Bu soruya verilecek cevap yine bir soru cümlesi olacaktır ki;

 

“Uzaklaşmaktan korktukların neler ki?”

 

Gümrük vergisi tek başına yeterli değil.

 

Ya Vize?

 

Pasaport?

 

Söz konusu sınırı geçmek için vergiyi ödemeyi göze alan için vize şartı aranmamaktadır. Pasaport hakkını elde etmişse, şartlanmaların verdiği yargılarla gerçeğin yön değiştirilmesine katkıda bulunmuşsa, vize şartı aranmaz.

 

Geçiş serbest,

 

Ya dönüş?

 

Öyle ya, dönüşü sorgulamak lazım gelmez mi?

 

Gümrüğün karşı turnikesinde bekleyen “Ön Yargı” adındaki gümrük memurunun böyle sorgularla işi olmaz. Zira, yaşadığı toplumun üyeleri, sorgusuz sualsiz kapılmış sürüklendikleri şartlanmalarının neticesinde “Paranoya” da yaşamaya mahir olan, hak kazananları sınır dışı etmesi yasalarına aykırıdır.

 

Peki,

 

Ya paranoyayı sevmeyen yargı neticelerinin, sorgulamaya başladığı anda dönmeye niyetlenişi mevzu bahis olur ise?

 

O zaman da, gümrük memurluğu vize uygulamasını hayata geçirir. Ödeyeceği bir takım gümrük vergileri doğar.

 

Elbette, paranoyanın kendisini yaşatabilmesi için bazı kazançlara ihtiyacı vardır. Özellikle sınır geçişlerinden kazanılanlar daha etkilidir toplumun yaşayışında. Sınır kapısında bırakılması istenenin ilki; “Şüphe” olacaktır.

 

“Tahammülsüzlük”, “kompleks”, “güvensizlik”, “koşullanma”, “evham”, “bencillik” ve “kıskançlık” gibi alacaklarını tahsil etmeden kimseyi salmaz gümrük memuru olan “Ön yargı”. Bu kadar kişilik eklentisini orada bırakmak ve bir daha da alamayacağını bilmek ile sınırın öbür tarafına, her ne gerek varsa gereğini yerine getirerek geçmek ikilemi yüzünden gümrük kapısında uzun kuyruklar oluşur her zaman.

 

Sınırın öbür yakasına geri dönmek isteyenin önceki sınır geçişinde ödediği vergi ise, halk tabiriyle; “köy sandığına” kalır. Yani, geri iadesi yoktur. İnsan Halkları Mahkemesi’ne başvuru hakkı saklıdır tabi ki. Geri dönenin bilmesi gereken en önemli kural ise, bir daha paranoyaya geri dönüşü halinde, istese de istemese de sığınmacı, mülteci olarak ancak ve ancak yaşama hakkı elde edebileceği hususudur.

 

Kafaları iyiden iyiye karıştırdığıma emin olduğum bu noktada dönelim hayat-biber ilişkisinin sağlıksız koşullanmalarına.

 

Tümden gelim mi, tüme varım mı?

 

Vallahi, nereden gelip, nereye gideceğini bilemiyorum ama içten gelip, dışa varmaması gerektiğine inanıyorum.

 

“Balıklar yüzer, gemiler de yüzer, o halde bütün balıklar gemidir.”

 

Alın size, farklı bir Aristo önermesi.

 

Aristo, bununla bize ne öneriyor peki?

 

“Düz mantığı” elbette.

 

“İyi de, bunu gerçek hayatta hangi alaka ile kullanıyoruz ki?”

 

Şartlanmalarımızın temel özelliklerine dair sohbetimizin yer aldığı bir önceki yazıya uğrayıp gelin derim.

 

Şimdi de devam edelim.

 

Düz mantık kim tarafından kullanılır?

 

Sorgulama, süzgeçten geçirme, kendini tanıma, çevresini tanıma aşamalarını başarıyla atlayamamışlar tarafından genellikle ve süratle kullanılır.

 

Her olayın, kendi içindeki sapma potansiyellerini yükselten bu kullanım sayesinde ilk önce şartlanma sendromu, sonra şüphe hezeyanları ve en sonunda da paranoya derecesine sıçrayış hali zuhur eder.

 

“Köylü Milletin Efendisidir” sözünü işiten çiftçinin, devlet makamından birinin karşısına geçip; “ben senin efendinim, kalk ayağa!” demesi gibi bir tuhaflık içine girmesini varın siz değerlendirin.

 

Ya da,

 

Son dönemde, bozulan toplumsal ahlaki değerler ve hızla artan toplumsal çözülmelerin zihinlerimize kazımaya çalıştığı birkaç önermeyi birlikte düşünce süzgeçlerimizden geçirelim ve bakalım hangi şartlanmalar bizi tehlikeli bir yolculuğa sürükleyebilir;

 

“Alkol haramdır, ilaçlarda alkol vardır, bu da demek oluyor ki; ilaç haramdır.”

 

“Çirkinler aldatılır, sevilmeyenler de aldatılır, o halde, çirkinler sevilmez.”

 

“İnsanlar nankördür, kediler de nankördür, demek ki, insanlar kedigillerdendir.”

 

“Maymunlar memelidir, insanlar da memelidir, o halde, insanlar maymun soyundandır.”

 

“Avrupalılar zengindir, Avrupa Hristiyandır, o zaman, Hristiyanlar zenginliktir.”

 

“Domuz haramdır, televizyonda domuz çıkar, dolayısıyla, televizyon izlemek haramdır.”

 

“Uzun boylular hızlı koşar, çita da hızlı koşar, çita uzun boyludur.”

 

“Güçlü olan sözünü kabul ettirir, haklı olan da sözünü kabul ettirir, o zaman, güçlü olan haklıdır.”

 

Bunlara gülerek; “Yok artık, bu kadar saçma şeyleri düşünenler yoktur” demeyin.

 

Böyle düşünenlere; “Başında örtü olmayan kadın, penceresinde örtü olmayan eve benzer” cümlesini dile getiren ve gerekçelendiren zat-ı şahaneyi hatırlatırım. İsteyen araştırır ve bulur. Bu gerçek dışı ve gayri ahlaki önermenin aşmış olduğu sınır acep ne ola ki?

 

Televizyonda pornografik ögeler içeren yayınlar var diye televizyon izlemeyi haram eden kimi çevrelerin, oyuncak bebeklerden dahi fantezi üretebilir durumda olmalarını hangi kefeye koyup tartacağız?

 

Aklını kullanabilenlerin meziyeti olan seçebilme hürriyeti, sorgulama hakkı ve düşünüp gerçeğe ulaşma arzusu, bu mantığı işletenlerde pek rastlanmayan özelliklerdir. Peki, akıbetleri ne olur? Tabi ki, gümrükten vizesiz geçiş.

 

Böyle bir mantığı kendine hayat felsefesi ya da bakış açısı edinenlerin bu şartlanmalarla kalıtsal hale getirdikleri tüm türevlerin yolu paranoya ülkesinin sınırlarına dayanır.

 

Şüpheyi sorgulamak yerine şüpheci yargılamalar başa bela açmaz mı?

 

İşin sırrı ise, şartlanmalardan uzak durmaktan geçer.

 

Çok bilinen bir fıkra;

 

Temel bir gün Dursun’u görür ve ona sorar;

– Ula Türsun, Tüz Mantuk nedur biley misun?

 Dursun, nasıl anlatacağını düşündükten sonra:

 – Pak Temel, senun akfaryumun far midur?

 – fardur.

 – Ha bu akfaryumunu sevey misun?

 – Seveyrum,

– O zaman paluklaru da seveysun daa?

 – Hee, seveyrum,

– Temak o ki, sen tenizu da seveysun?

 – He, Tenizu da seveyrum.

– Te bana, o zaman plajuda, ha bu plajdaki kizlaru da seveysun?

 – He da, seveyrum,

– Haçen o kizlarla yatmayu da istersun teyil mu?

 – Teee, Heralde ula,

– İşte tüz mantuk da budur ula…

Bu olay Temel'in kafasına yer eder.

Kahveye gider gitmez bir İdris’i görür ve vakit kaybetmeden sorar;

– Ula İtrus, haçan sen tüz mantuk nedur piley misun?

 – Yok ula, ne ola ki o tediğun?

– Anlatacağum. Haçan, senin akfaryumun far midur ?

 – Yoktur ula…

 Bu cevap Temel'in aklını karıştırır. İşin içinden çıkamayınca hiddetle sorar.

 – Uyyy… Te yoksa sen gay misun ula?

 

Nereden, ne çıkarım yapılacağına komik ama gerçekte de olan biteni açıklar bir fıkra…

 

Gülenler ve gülerken de yukarıda paylaştığım gümrük betimlemesini düşünenlere selam olsun.

 

Geçiş üstünlüğünün kimde olduğu ve sınırı aşmak isteyip istemediğimiz konusunda bir sonraki haftaya kadar zihin aktivasyonu yapalım.

 

Sevgilerimle…